Rüyalar ve Uyku Hakkında Her Şey Bilimsel Örneklerle

Tanınmış doktorlarımızdan sayın Kemal Saraçoğlu, “Aydbir” mecmuasında rüyaya dair çıkan bir yazısında, bize şu enteresan ve ihatalı bilgiyi veriyor: “Ortalama ömrümüzün üçte birini işgal eden uyku alemi hakkında duyulan alaka, insanlık kadar eskidir. Bazıları onu yarı ölüm saymışlardır. Beş duygunun işlemediğine bakarak verilen bu hüküm, pek işabetli değildir. İnsanın tamamen karanlık ve hiç gürültü olmayan bir yerde ayakta durduğunu farzediniz, beş duygu işlemek imkanını bulamadığı için işlemez. Fakat bu durum ne uyku, ne de yan ölüm demek değildir. Uykuyu tarif etmek lazım gelirse, beş duygunun hariçle alakasının kesildiği ve şuurunun da hayatımızı kontrol etmediği bir zaman manasına gelir.”

UYKU İRADE DIŞI GERÇEKLEŞİR AMA…

Uyku, irademizin dışında olan bir hadisedir. Fakat beyin faaliyetinin şiddeti onu muvakkaf bir zaman için de olsa durdurabilir veya geciktirebilir.

Uyku, uyanık geçen saatlerimizde cereyan eden hayat hadiselerinin zaruri bir neticesidir. Çünkü, uyanık geçen zamanlarımızda vücut mütemadiyen faaliyettedir. Sırt üstü yatan bir insanda bile, kalb, mide, bağırsak, böbrekler; akciğerler velhasıl bizim irademize muhtaç olmadan çalışan bütün uzuvlar durmadan çalışacaktır. Bu çalışma, vücuttaki depo gıdaların yanmasiyle kabildir. Her yanan şey gibi bu yanıştan da duman ve kül hasıl olacaktır.

Bunlar kanla akciğerlere ve böbreklere gidip oralardan dış an atılacaktır. Fakat atılıncaya kadar kanda dolaşacaklardır. Akşama kadar miktan gittikçe çoğalacaktır. Bunların kanda toplanması ise, beyin altında (Hypophyse) denilen bezenin fazla çalışmasını davet edecektir. Halbuki onun ifraz ettiği (Pituitrin) adındaki madde ise damar büzücüdür. Damarlar büzülünce beyne az kan gider.

Bu da ilk olarak şuurun zayıflaması ile, kendini hissettirir, esneme, dikkat, alaka ve hafızada zayıflama gibi haller uykunun başlangıç alametleridir. Uyanıkken beyni her hangi bir sebepten kansız kalıp bayılanlarda da aynı hal görüldüğünden uykuyu bir nevi baygınlık farz edenler vardır. Esasen ameliyat yapmak için ilaçla bayıltmanın bir ismi de uyutmaktır. Yalnız bu çok derin bir uyku olduğundan vücudunun ötesi berisi kesildiği halde, hasta bunu hissetmez.

EN İDEAL UYKU NASIL SAĞLANIR?

Normal uyku sekiz saat kadar olmalıdır. Vücutça çok yorgunluk, derin uykuyu davet eder. Fikirle, zihinle çalışarak hayatını kazananların uykusu ekseriya sathidir. Mamafih uykunun derin olup olmaması bünyelere göre değişir. Bazı insan fare gezinse uyanır. Bazısı da bacağından sürükleseler farkına varmayacak kadar derin uyur. Bunlar uykunun fizyolojik şekilleridir. Beş duyguyu gıcıklayacak sebepler, başka ışık, gürültü, koku ve temas gibi hadiseler uykuya mani olur. Karanlık ve sükünet, rahatlık uykuyu kolaylaştırır.

Uykunun Gayri Tabiilikleri İki Grupta Toplanabilir:

1. Uyku hastalığı
2. Uykusuzluk.

Uyku Hastalığı Nedir? Nasıl Tedavi Edilir?

Uyandırılınca gözünü açıp etrafıyla sathi bir alaka gösterdikten sonra tekrar dalmak demektir. Bunun da iki şekli vardır: Biri Afrika’ya mahsustur. Diğeri de bütün dünyada zaman zaman görülür. Bu ikinci şekil, Birinci Dünya Harbi’nden sonra salgın yapmıştır. Şimdi her yerde olduğu gibi memleketimizde de ara sıra bu hastalığa rastlanmaktadır. Öldüremediklerini sakat bırakan bir beyin hastalığıdır.

Uykusuzluk Nedir? Nasıl Tedavi Edilir?

Bu ya muvakkat veya devamlı olur. Muvakkat olan, büyük bir sevinç, üzüntü, korku, ıstıraptır. Uykuyu kaçıran bazı maddelerin (kahve, çay, kakao, aktedron) alışılmamış miktarlarda fazlaca alınması gibi sebepler muvakkat bir uykusuzluğa sebep olabilir.

Devamlı uykusuzluk, hemen daima bir sıhhatsizlik alametidir. Bu bazen hasta bünyelerde olur. Mesela, flitler ‘in uykusuzluğu meşhurdur. Geceleri üç saatten fazla uyuyamazmış. Onu uyutabilmek için binbir çareye baş vurmuşlar. Hatta yatak odasının tavanını sinema perdesi haline getirmişler. Yattığı zaman gözlerini tavana dikip devamlı seyrederek uykusu gelsin diye.. Ama nafile.. Çünkü yaradılıştan sapık ruhlu olan bir insanı, hekimlerin adam etmesine imkan yok.

Devamlı uykusuzlukların çoğu ruh ve sinir hastalıklarının neticesidir. Bunların bazıları telkin veya ilaçla çabuk iyi oldukları halde, bazıları da her türlü tedaviye inad ederler. Bunlarda yalnız ilaç kafi olmayıp, telkin, masaj, friksiyon, duş veya banyo gibi birçok vasıtalara da baş vurmak icabeder.

RÜYA NEDİR? NASIL GÖRÜLÜR?

İnsana tatlı, acı dakikalar hatta saatler yaşatan bu garip hayat hadisesi nedir? Onun tefsiri için eserler yazılmış, yalnız ilim değil, dinler dahi onunla meşgul olmuşlardır.

Rüya, bazen olmuş hadiselerin tekrarı, bazen olması temenni ve ümit edilenlerin görülmesi gibi normal şekillerde olabilirse de bazen da gayet saçma şeyler görülür. Her insan aşağı yukarı rüya görür. Fakat çok derin uyku, insana rüya gördüğünü hatırlatmaya mani olur. Büyük bir mütefekkir: “Ömrümde rüyasız geçen bir tek gecem vardı, o da morfinle zehirlendiğim gecedir” diyor.

Rüyanın ilmi bakımdan izahı oldukça karışıktır. Fakat öyle zannediliyor ki, rüya şu şartlar altında husule geliyor:

• Vücut içinden veya dışından gelen her hangi bir münebbih, çok kuvvetli olursa şuura kadar ulaşır ve insan uyanır. Fakat bu tenbih çok kuvvetli olmasza, o zaman şuur altı kısımları uyandırır.
• Burada hafızamıza nakş olmuş bin bir şey vardır. Bu tenbih onları elektrikler ve harekete geçirir.
• Fakat şuurun kontrolü olmadığı için ekseriya bunlar, gelişi güzel birbiriyle birleşerek görülür.

Bu bazen oldukça muntazam cereyan ettiği halde bir çok kere de abuk sabuk şeyler halini alır:

1. Churchill’le Türkçe konuşursunuz. Kollarınız kanad olup uçarsınır.
2. Hiç görmediğiniz acayip yerler veya tanımadığınız kimselerle karşılaşırsınız. Korkunç veya gülünç şeyler görürsünüz.
3. Rüyada, hiç resim yapmasını bilmeyen bir küçük çocuğun eline kalem, kağıt alınca çizdiği halde, bazısı da kargacık burgacık çizer.

RÜYALARIMIZ GERÇEK OLABİLİR!

Michigan’m Grand Rapids şehrinde Ardmand Le Clerc Golay, 13 Ekim 1942 gününe kadar, tam 30 yıl, yılda dört ile beş kere tekerrür etmek şartiyle, aynı rüyayı görmüştü.

Bu rüya, büyük bir Fransız taşra evine yaklaşmasiyle başlıyordu. Golay, evin Önünde durarak teferruatını saksılarla süslü pencere pervazlarını, evin sağma gölge veren büyük ağacı, ona hoş geldin demek istiyormuş gibi ardına kadar açık duran kapıyı -zihnine nakşediyordu.

Ama hole girdiğinde evin içini karanlık, geniş merdiveni ise kesif bir sisin arkasında gizli bulunuyordu. Emekliyerek merdiven trabzanım buluyor ve üç basamak çıkıyordu. O anda istemediği halde, bir kuvvet onu çıktığı basamakları inip, evden çıkmağa zorluyordu.

13 Ekim 1942 günü postacının getirdiği bir paketi açan Golay, uzak akrabalarından Miss Julie Le Clerc Knox’un, sülaleleri hakkında derlediği bir kitabı kendisine gönderdiğini görerek sevindi.

Kitabı karıştırırken gördüğü bir resim üzerine hayretten dona kaldı. Rüyalarına giren ev bütün teferruatıyle karşısındaydı. Resmin altındaki yazıyı okuyan Golay, bunun atalarının, İsviçre’nin Montreux şehrinde oturdukları ev olduğunu öğrendi.

Golay evvelce ne evi, ne de resmini görmüştü. O günden sonra da garip rüyası tekerrür etmedi.

TEKERRÜR EDEN GARİP BİR RÜYA

Amerika’nın ufak bir şehrinin Metodist rakibinin karısı Mrs. E.F. Folby, tam yirmi yıl arada sırada aynı garip rüyayı görmüştü.

Rüyasında bir evin salonuna girince duvarda asılı garip bir portre ile karşılaşıyordu. Resmin çerçevesi bütün rüyalarda aynı olmakla beraber, tabloya hakim olan yüz her defasında değişiyor ve cemaatin ertesi gün mutlaka ölecek bir ferdine ait bulunuyordu.

Kadının rüyasındaki portrenin sahibi, çok kere pürsıhhat olduğu halde, ertesi gün ani bir şekilde ölmekten kurtulamıyordu.

GERÇEKLEŞEN BİR RÜYA

16 Haziran 1923 günü Liberty mecmuasının eski editörlerinde müteveffa Oursler, rüyasında karısını, dehşet içinde kendisine doğru koşar görmüştü. Apartmanlarının döşemesi ve duvarları kan içindeydi.

Oursler, “Aa! kana bak!” diyor, karısı da “Ne fena kokuyor, değil mi?” diye mukabele ediyordu.

Ertesi akşam Oursler yazı odasında kitap okurken karısı koşarak yanma geldi. Yüzü sapsarıydı. Gözyaşları arasında kocasına, köpeklerine aşağıda bir otomobilin çarptığını anlatabildi. Oursler, fena halde kan kaybeden köpeği eve taşıdı. Bir kaç saniye içinde duvarlar ve yerler kan içinde kalmıştı, bayan Oursler de tıpkı kocasının rüyasındaki gibi : “Ne fena kokuyor, değil mi?” deyiverdi. Oursler cevap vermedi. Einstein adında bir alim tarafından oltaya atılan dördüncü buudu -zamanı- düşünüyordu.